Pazar

Kendi Kendime



Bilmem bu kaçıncı sigara söndürdüğüm. Bilmem bu kaçıncı ah çekiş. Bir bir dökülüyor ömür yaprakları. Belki de bir otel odasında son bulacak bir ömrün başlangıcı bu. Belki de nem kokan bir odada tek başına verilecek son nefesin habercisi. Akmayan gözyaşları bu kadar mı acıtır insanın canını? Ne kadar zormuş meğer çiçeksiz bir bahçeye bakıp diz dövmek. Ne betermiş dört duvar arasında boğulmak.

Tuttuğum yurt gurbet, kadim dostum yalnızlık. Dinlediğim şarkılar hep hasret kokulu. Çektiğim her nefes ayrılık kıskacı. Attığım her adım havada, uzandığım her el yüzgeri. Sığınacak limanım, “Merhaba!” diyecek bir dost, ruhumu saracak bir sıcak bakış nerede ? Nerede elimi tutacak bir el?

Neden bir yanım yaşarken bir yanım hep ölü? Niye gülerken bile yüzüm asık? Kuru ekmeğe çoktan razıyım da bir tutam tuzum niye yok? Ne bu içimdeki adını koyamadığım şey? Aşk mı? Değil. Pişmanlık mı? Değil. Yalnızlık mı? Belki.. Özlem mi? Büyük ihtimalle.

Bu gün bayram. Olması gereken coşkunun yerinde gürül gürül bir yalnızlık. Arada bir şenlendiren bu günü, telefona düşen birkaç güzel dostun mesajı. Onlar da olmasa zaten hapı yutmuşuz.

Şair diyor ki “Şu gurbeti bizim için yapmışlar / Çatısını pek muntazam çatmışlar / Ölüm ile ayrılığı tartmışlar / Elli dirhem fazla gelmiş ayrılık.” Ne elli dirhemi be üstad? Elli ton desen yeridir....





Hiç yorum yok: